Pavlus sizce ‘kontrol hastası’ mıydı?
Çok mektup yazdığı, çok öğretiş verdiği için ‘kontrol hastası’ mıydı?
Sanmıyorum, aslında buna fırsatı bile yoktu zira genelde hep uzaklardaydı. Malum ilk kilise döneminde bir İnanlı telefona sarılıp “Pavlus abi, şöyle bir durum var” diyemiyordu. Veya internetten “Eski Ahit’de Mesih ile ilgili ayetler hangileri?”, “Covid zamanında el koyup dua edebilir miyim?” diye araştırma yapma imkanı yoktu. Bırakın bunları bir mektup yazsan, yazma biliyorsan, cevabı belki 2-3 ay sonra gelecekti (yani bugünkü PTT standartları) 😉 – hele bir de kış aylarında gemiler Akdeniz’e açılamıyorsa 3-4 ay sonra!
Pavlus ve diğer önderler, uzaktaki topluluklara bir iki mektup yazarak öğretmek, teşvik etmek, ayar vermek dışında, geride bıraktıkları yepyeni İnanlıları Rab’e teslim etmek zorundaydı. Kutsal Ruh’a ve o insanların yüreklerine güveniyor, onları düşüncelerinde, dualarında taşıyorlardı. Bu aslında bizler için de geçerli.
Geçmiş yıllardan aldığım derslerden biri de şu: “insanları siz taşıyamazsınız”! Ne denli zorlukları aşıp Rab ile yürümelerini arzulasanız da siz taşıyamazsınız. Rab ile yürümek, yürümemek, yalpalamak vs onların kararı, onların seçimidir. “Her koyun kendi bacağından asılır” hiç de boş bir deyim değil. Kişiler kendi seçimlerini yapar, kendi kararlarını verirler.
Tabii ki kimseye yardım etmeyelim demiyorum. Ancak nasıl 5 yaşına gelmiş bir çocuğun peşinden bir kaşık pilavı yesin diye koşulmazsa, bu da öyle bir şey. (Bu arada kaşıkla koşanlar gördüm! Koşuyorsanız problem sizde, çocukta değil). Mesele kim gerçekten bebek, kim sırf kaprisli; kimin gerçekten yardıma gereksinimi var kim miskin, isteksiz; kim dezavantajlı kim sırf çıkarcı vs.? Bunları ayırt etmeye ihtiyacımız var. ‘Ruhları ayırt etme’ biraz da böyle bir şey.
Yuhanna 8:1-11’da anlatılanları, İsa’nın zinada yakalanan kadına yaklaşımını anımsıyor musunuz? 11. ayette şunlar yazılı: İsa kadına “Ben de seni yargılamıyorum” dedi. “Git, artık bundan sonra günah işleme!”
Ardından da “hadi kızım sana bir iş, eş, ev bulalım da günah işlemeyesin” dedi.
Yok, öyle bir şey demedi.
İsa taşlamayı başlamadan durdurarak kadına merhametini, sevgisini göstermişti ve ardından “Git, artık bundan sonra günah işleme” derken de saygısını gösteriyordu. Yani kadına “bu senin seçimin, doğru olanı sen biliyorsun ve yapabilirsin, zor da olsa sana güveniyorum, sen ölümün kenarından döndüğün bu şeylerden daha iyilerine layıksın, düştüğün noktayı aşabilecek birisin, yeterki iste, içtenlikle iste” diyordu.
Mesele de bu ‘içtenlikle istemek’. Tanrı’nın en yüce emrinde “tüm yüreğin, ruhun, aklın ve gücünle sev” derken zaten buna işaret etmiyor mu? İnsanlar içtenlikle istemiyorlarsa bizim taşımamız ruhsal anlamda bir işe yaramaz. Ne Tanrı’nın işine yarar, ne de o insanın. Taşırsak Tanrı bize kızacak mı? Sanmıyorum, iyi niyetimizi de anlar, ama sanırım yorgunluğumuza ve hayal kırıklıklarımıza üzülür, akılsızlığımıza şaşar. Bir bakıma zinada yakalan kadına seslenişine benzer bir seslenişle “yükleri ağır olanlar bana gelin – benim boyunduruğumu takın” derken O’nunla hikmetle yürümeye çağırır.
Bir keresinde iki kişi kilisemize 2-3 hafta geldikten sonra “bir şey sorabilir miyiz” diye bana yaklaştılar. “Buyurun” demem üzerine “Almanya’ya vize almamıza aracı olmanız için daha ne kadar gelmemiz gerek?” diye sordular. İlk affaladım, üstelik mavi gözlü, sarışın hele hiç de 1.90 filan da değilim! “Öyle bir durum yok, bizler de Almanya’ya gitmek istersek konsolosluğa normal yollardan müracaat ederiz” deyip “Tanrı ile yürümek istiyorsanız, sizinle beraber yürümenize yardımcı olmaya çalışırız ama onun dışında bir şey yapamayız” diye ekledim. “Ha o zaman yok, sağolun” deyip gittiler. Bir daha kendilerini görmedim.
‘Ne ayıp, ne saçmalık’ diyebilirsiniz ama ben onlar için şükrettim zira en azından ve en baştan dürüst davrandılar. İkiyüzlü değildiler.
Bir çoğumuz ve özellikle bir çok önder ‘insanlar biz olmada yapamaz’ gibi düşünüp davranır. Farkında olsak da olmasak da bu gururdur, kendini beğenmişliktir. Kiliselerde de dahil insanlar üzerinde kontrol kurmaya kalkan çok kişi var dünyada. Ancak kiliseye baktığımızda şunu unutmayalım: insanlar Rab’e ve kiliseye gönüllü gelir ve isterlerse de gönüllü giderler, bizim malımız değildirler. İnsanlarla yürümek başkadır, kontrol etmek başkadır. Bizler onlarla yürümek için çağrıldık. Öğretmek, yön göstermek, gözetmek ile kontrol etmek çok farklı şeylerdir.
Bu yazı belki daha çok gözetmenler, öğretmenlik yapanlar için gibi gelebilir ama aslında hepimiz hayatlarımızda başkalarına bir şekilde yardımcı olduğumuza göre hepimizi ilgilendirir. Kontrol hastasıysanız tövbe edin ve kontrolcü olmayı bırakın!
Rab insanları harcama peşinde değil, hepimizin O’nunla yürümeyi başarmasını çok arzuluyor. Aynı ilk kilisede, elinde yazılı bir İncil olmayan, putperestlikten gelen, dünyaya bambaşka gözlerle bakan İnanlılar gibi bugün iman eden kişiyi de elinde tutacak olan Kutsal Ruh’tur, siz, ben değil. Bir kez daha Tanrı’nın bizlere Kutsal Ruh’unu vermekteki hikmetini, sevgisini görüyoruz. İnanın kişi istekli ise, ister çayıra salıverilsin, ister çöle Rab ile yürüyebilecektir zira Kutsal Ruh kayıra.