Biliyorum mevsim Doğuş/Noel mevsimi, yıl sonu ve Yeni Yıl mevsimi ama bunlardan bahseden çoktur bu ara zaten, ben başka bir mevsimden bahsedeceğim.
Metro vagonunda karşı çaprazıma oturan genç adam sırt çantasını çıkarıp ayaklarının önüne koydu. Sırt çantası gezginlerinkinden. Hani uyku tulumu, yolculuk ve belki kamp için neler gerekli ise onlarla doldurulan tipten. Bu gencinki de dolu ama kim bilir nelerle, belki sadece öğrenci hayatının hepsi ile. Acaba aklından neler geçiyor, hangi kararların aşamasında? Düşüncelerim taaa 1970’li yıllara dönüyor, hala evde duran benzer sırt çantama, yadigar ama yıllardır kullanmadığım, modası geçmiş, kanvas kumaştan yapılı olana.
Ben de sırt çantamla dolaşırken kim bilir neler düşünmüştüm? O anlarda benim için önemli olan, kafamı kurcalayan neler vardı? O an büyük olasılıkla önemliydiler, en azından o an için. Ama çoğunu hatırlamıyorum. O anlarda, o zamanlarda bizim için çok önemli olanları nasıl hatırlamayız, nasıl uçup gider o anılar? Ama gidiyorlar, gittiler. Sizi bilemem ama benim için öyle. Belki hatırlamak gerekmiyor, belki böylesi daha iyi. Her şeyi bir ‘belek’e yüklemek gerekli değil, her şeyi bir ‘bulut’a depolamak sağlıklı değil. 20 yıl önce bir öğlen yemeğinde ne yediğimizi hatırlamanın ne gereği var? Ama ya güzel bir sözü, paylaşımı? Yok kardeşim yok işte, benim gri hücreler çoğuna ulaşamıyor!
Ama hatırlamıyorum demek etkileri kalmadı demek değil. Hepsinin hayatımda yeri ve etkisi var; ister büyük ister küçük ama etkisi olmuştur.
Her şeyin bir yeri ve zamanı var. “Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır.” (Vaiz 1:1). Eski Ahit’deki Vaiz akıllı adammış – ya da en azından Tanrı’nın ona gösterdiği gerçekleri iyi aktardı. Ama her mevsimin, her olayın az ya da çok bir akıbeti var. Öyleyse “onun zamanı o zamandı” deyip bırakabilir miyiz? Çoğumuz için çocukluğumuzdan bir çok şey bu günümüzü etkilemiyor mu? Kişilerle konuştuğumuz, onlarla dua ettiğimizde ortaya çıkanların büyük çoğunluğu yaşamların ilk 15-20 yılı içindedir. Her şeyin mevsimi, her olayın zamanı olabilir ama akibeti sürüp gider.
Prusya Kralı Kayser 2. Wilhelm bebekliğinde felç olan sol kolu için yıllar süren acı dolu ilkel tedavi çabalarına, çok baskıcı bir aile ve eğitime maruz kalmasaydı büyük olasılıkla milyonlarca ölüme neden olan, dünyayı altüst edip bugün halen akibetlerini yaşadığımız 1. Dünya Savaşı olmazdı. Babası ile sürekli çatışmalar yaşamış olan Hitler gençliğinde Viyana’da kaç kez girmeye çalıştığı Sanat Akademisine girebilseydi 2. Dünya savaşı, soykırım kampları olmayacak, milyonlarca insan ölmeyecekti. Ah keşke o okul Hitleri kabul edip herif iyi kötü ressam olsaydı!
Bir kişinin gelişiminin büyük kitleleri, hatta tüm dünyayı nasıl etkilediğinin nice örnekleri var. Olumlu örnekler de var tabii. Örneğin hemşireliğin kurucusu olarak bilinen Florence Nightingale. Sevgi ve düzenin bulunduğu bir ailede büyümek ve babasının kadınların eğitimine önem vermesi, farklı ülke ve kültürleri tanıtması, Florence’ın Tanrı’ya inancı ile insanlara yardımcı olma isteği ile tüm dünyaya sağlık alanında olağanüstü değerli bir hizmet bıraktı.
Yıllarca kilise içinde ve dışında maalesef bir çok anne ve babanın (daha çok babaların) çocuklarında açılacak yaraları hiç düşünmeden verdikleri kararlara tanık oldum. Kendi acı, korku, bıkkınlıklarını çözme çabasında tepkisel davranışların açtığı yaralar. Anne babaların çocuklarını kendi tepkilerine, hasarlı düşüncelerine kurban etmeleri. Bu hayatın bir gerçeği diyebiliriz çünkü kim bilir o ‘anne-babalar’ nelerden geçtiler. Ama benim için mesele “İsa’ya iman ettim, Tanrı ile yürümeye karar verdim” diyenler arasında bazılarının bu ve benzeri alanlarda düşüncelerinde değişmemiş, değişememiş olmasıdır; bunun üzüntüsüdür.
Utanç kültürünün derin olduğu Anadolu toplumunda yanlış davranışları ile yüzleşmektense tüm ailesini alıp kiliseden, Tanrı’dan uzaklaşan babalar, anneler az değil. Ya çocukların durumu? Ya onların sağlığı, esenliği? İsa’da ‘bir kişi herkes için kurban oldu’ derken, bu acı durumlarda tersine ‘bir kişi için tüm aile, çocuklar kurban ediliyor’ demek zorunda kalıyoruz! Bu ne biçim tutum, nasıl bir anlayış, ne kör bir gurur? Bunu çok acı buluyorum. Tüm bunları, başta kilise önderleri, hepimizin iyi düşünüp değerlendirmesi gerek.
(Bu arada ‘kiliseden uzaklaşmak Tanrı’dan uzaklaşmak demek değil’ diyenlerin sesleri yankılıyor kulaklarımda. Bazı durumlarda evet bu itiraz doğru olabilir ama genellikle maalesef bahsettiğim uzaklaşma oluyor. En azından benim bahsettiğim bu durumlarda.)
İsa şu sözleri belki bu tutumlar nedeniyle sarf ediyor: “Bırakın çocukları. Bana gelmelerine engel olmayın! Çünkü Göklerin Egemenliği böylelerinindir.” (Matta 19:13-14)
“Ama kim bana iman eden bu küçüklerden birini günaha düşürürse, boynuna kocaman bir değirmen taşı asılıp denizin dibine atılması kendisi için daha iyi olur.” (Matta 18:6)
Evet her şeyin bir mevsimi var, sanırım en önemli mevsim de çocukluk ve gençlik mevsimi. Kulağı olan büyükler işitsin.