Son yazıda yazmak isteyip unuttuğum bir iki paragraf ile başlayalım:
Eminim hepimiz, tüm itiraz ve önerilerden sonra inatlaşınca anne babamızdan, ya da eşimiz veya bir dosttan “Bıktım, ne haltın varsa gör” ya da “Amaan, ne yaparsan yap” laflarını işitmişizdir. Göksel anne babamız olan Tanrı’nın bile bunları bize söylemek zorunda kaldığını hiç düşündünüz mü? Hadi size Kutsal Kitap’dan bir örnek (bir sürü örnek var):
1. Samuel 6ncı bölümde İsrail halkı kral istiyoruz diye tutturunca, Tanrı bir kralın başlarına açacağı sorunları, zorlukları sıralıyor. Tüm uyarılara rağmen halkın “biz yine de kral isterik” diye ısrarı sonucunda Tanrı Samuel peygambere “amaan ne haltları varsa görsünler, ver şunlara bir kral başlarına çalsınlar” diyor – tam o ağızla değil tabii 😉
Tüm insanların ve özellikle İsa’nın öğrencilerinin Tanrı ile işbirliği yapıp yapmama seçimi var. Doğal olarak ta bu seçimlerimize göre akibetleri.
Konuyu toparlayalım. Bu yazılar dipsiz teolojik, akademik çalışmalar olma peşinde değil. Olamaz da zira bu beni çoook aşar.
Evet biliyorum Kutsal Kitap’da “RAB Mısır Firavununu inatçı yaptı.” (Çıkış 14:8); “İki serçe bir meteliğe satılmıyor mu? Ama Babanızın izni olmadan bunlardan bir teki bile yere düşmez.”(Matta 10:29); “Yargıç ancak Tanrıdır, Birini alçaltır, birini yükseltir.” (Mezmur 75:7) vb ayetler de var.
Kafalarımız karışıyor. Net bir etki tepki, basit bir yöntem yok mu kardeşim!?
Başta dediğim gibi dünyada, yaşamda olan her şeyin nedenini bilmiyor, anlamıyoruz. Evet bazen Tanrı’nın yargısı ve seçimleri var; bazen İblis’in; bazen bizim ya da bizi etkileyen başkalarının (bu hiç tanımadığımız biri, hatta başka bir ülkenin başkanı bile olabilir). Bazen doğa hükmediyor, bazen İsa doğaya hükmediyor. Bazen tümünün bir karmaşası sanki.
Bize sırf iyi şeyler olsun, her işimiz yolunda gitsin; hiç zorluk, acı çekmeyelim, hastalanmayalım istiyoruz. ‘Tanrı kadir değil mi, sihirli değneği yok mu’, diye düşünüyoruz. Bir bakıyoruz Tanrı biz çağırmadan bizi bir şeyden korumuş, bazen ise yakınsak da sanki vadilerden çıkamıyoruz. Bazen gideceğimiz yolu çok net görüyoruz, bir başka zaman ise sis bir türlü kalkmıyor. Bazen ‘bu neden bana oldu’ diye düşünmekte fayda var, bazen ise düşünmek bizi bir yere götürmüyor. Kanser olan bir kardeşe bazı İnanlılar “bu neden sana oldu” diye sormuştu, hikmetli biri olan hasta kardeşin yanıtı “bir sürü insan kanser oluyor, benim olmamam için ne neden var?” diye yanıtlamıştı. Zorluklardan muaf değiliz ama yanımızda yürümeyi vaat eden var.
Sona gelirken sizden önemle bir şeyler rica ediyor, hatta yalvarıyorum: Bundan sonra her olayda, durumda ne olur “Rab istedi / istemedi”, “Rab izin verdi / vermedi” diye atılmayın; bu kaçamak, yanıltıcı düşünce yapısından uzak durun.
Önce durumu düşünün, gelişmeler Tanrı’nın kimliği ve ilkelerine göre mi değil mi, sizin kararlarınızın sonucu mu, bir ruhsal saldırı mı değil mi vs., tartın. Belki bir yanıtı yok bile, ille bir neden bulmak ya da uydurmak, bir şey demek, ya da ‘ruhsal’ takılmaya gerek yok. Dikkatli olalım zira söylediklerimizle, fark etmeden başkalarına yanlış bir anlayış, yanlış bir teoloji verebiliyoruz.
Doğal olarak şunu soruyor olabilirsiniz: “Ama Tanrı, en yüce olan, tüm olup bitene izin vermiş olmuyor mu?” İlk bakışta tamamen mantıklı bir soru. Evet, ancak “Tüm”e izin vermek (ya da vermek zorunda kalmak) ile her olaya izin vermek aynı değildir.
Örneğin çocuğumuzun okula gitmesine izin veriyoruz. Yani okulun yetkisi altına girmesine izin vermiş oluyoruz. Ancak okulda öğretmenin tokat atmasına veya diğer bazı şeylere (bilsek de bilmesek de) onay, izin vermiyoruz. Bazen okulda olup biten ile ilgili bir şey yapabiliyoruz, örneğin öğretmenin çocuğumuza tokat atmasını men etmek gibi. Bazen de bir şey yapamıyoruz; yasal düzenlemeyle koyulan bir dersi kaldırtmak gibi ( denesek bile). Yine de okulu bitirebilmesi için çocuğumuzun okula devam etmesine izin veriyoruz; ve bu süreçte de çocuğumuza destek oluyoruz. Göksel Babamızın da bizim için yaptığı basitçesi bu.
Tanrı, kutsallık (doğruluk) ve ruhsal gerçekler çerçevesi içinde insanın yaratılışına adım attığında bir akışa izin verdi. Yani bir “tüm”e izin verdi. Bu nehirin akışına taş koyan İblis ve seçimlerimiz, düzgün akışı engelledi. Yön değişiklikleri yarattı, sellere, yıkımlara neden oldu AMA nehir sonuçta denize varıyor, varacak. Rab buna baştan karar verdi ve çarmıhta garanti etti ve halen garanti ediyor. Nehirin (bu hayatın), geçtiği yerlerde olup bitenler, taşlar ve yıkımlar varış noktasına ermesine engel olamayacak. Engeller, yıkımlar Tanrı’nın amaçladıkları değil, bunları belki ne denli kullanmış olsa da.
İlk yaratılışta bahçeyi sulamamız bile gerekmiyordu (Yaratılış 2:6 “Yerden yükselen buhar bütün toprakları suluyordu.”). Ama düşüş sonrası değil sulamak biz kendimizi sulara kapılmış, kayalara çarpıp, batıp çıkarak gidiyor bulduk! Taa ki engin olana varana dek.
Yanlış anlamayın, Tanrı güçsüz, olup bitenlerde hiçbir zaman rolü yok, hiçbir şeye karışmıyor, bir şey yapmıyor demiyorum. Asla da demem zira kendi hayatım dahil etrafım O’nun işleri ile dolu. Ama her olayda da O’nun parmağı yok! Kader oyuncakları, kurbanları değiliz.
Evet Tanrı kadir, yani her şeye gücü yetendir! ANCAK mesele Tanrı’nın kadir olup olmaması değil, kadir olmasına rağmen hangi yolları, yöntemleri seçtiğidir.