“Bir şeyi yapabilmek, o şeyi yapacağız anlamına gelmez” dersek garip karşılanmaz. Sonuçta eminim hepimiz insan halimizle bile yapabileceğimiz bir şeyi yapmamayı seçmişizdir. Örneğin bizi kızdıran birine tokat atma gücümüz vardır ama akibet veya doğruluk çekinceleri ile tokat atmamışızdır; o kişi belki bunu hak etmiş canımız da bunu yapmak istemiş olsa bile. Yani kısacası herkesin elindeki yeteneği, gücü, yetkiyi kullanıp kullanmama seçimi vardır. İster iyilik ister kötülük için olsun. Bu seçim hakkını da normal bir şey sayarız.
Ancak “bir şeyi yapabilmek ama yapamamak mümkün” dersek bu garip bir tezat olur. Hem yapabilirsin hem de yapamazsın demiş oluyoruz. İkisi de doğru olamaz. Yoksa olur mu?
Diyelim ki başka bir ülkenin sınırında piknik yapıyorsunuz ve çocuğunuz dolaşırken bir şekilde öbür ülkeye geçiyor. Sizin çocuğunuzu almak için yürüyüp geçme gücünüz, kabiliyetiniz var ama yetkililer ortaya çıkıp size engel oluyor. Geçmenize izin vermiyor ve yasal prosedürleri uygulamanız gerektiğin, bazı yetkililerin oluru ve imzası sonucu çocuğunuzu alabileceğinizi ya da iade edilebileceğini söylüyorlar. Yürüyebilmeniz, o çocuğun anne veya babası olmanız, hatta belki yanınızda pasaportunuz olsa da o an, o süreçte bir şey yapamıyorsunuz. Yapabileceğinizi yapamıyorsunuz. Sizi engelleyen bir yasa, bir yapı, bir durum var. Gücünüzü, becerinizi kullanamama veya başka bir yoldan kullanmak zorunda kalıyorsunuz.
Yeryüzünde bu geçerli ise, ruhsal alemde de böyle bir gerçek olamaz mı?
Yaratılışın, Tanrı’nın, yani ruhsal alemin, iradesi ve yönlendirmesi ile yaratıldığına inanıyoruz. İnsan da O’nun benzerliğinde yaratıldı (KK Yaratılış 1ci ve 2ci bölümler). Bu gerçeklere göre göksel yerler yeryüzü ilkelerini değil, yeryüzü göksel ilkeleri taşır. İsyan ve günah ile bu ne denli bozulmuş olsa da. Tanrı’nın Egemenliği’nin gelişi de bu ilkeleri esas olarak yerleştirmek için gelmiştir.
Tüm bunlar göksel yerlerde bir yapı, bir adalet, bir yasa olduğunu göstermez mi? Mantıklı değil mi? Kısacası gerçek bir ‘hukuk devleti’ var orada (‘devlet’ sözcüğü bizim kıyaslama kolaylığımız için). Baş melekten, meleklerin, göksel güçlerin Tanrı huzurunda olması vs. bir yapı ve ilkelerine işaret ediyor (Yeremya 33: 25, Efesliler 6:12. Petrus 3:22, Vahiy 7:11 vb.).
Bu ilkelere Tanrı bile uyuyor. Uymasa adil olmazdı. Hiç düşündünüz mü Tanrı neden hilekar İblis’e “çekil lan kenara” demeyip, çözümü insan bedeni alıp çarmıhta günahın bedelini ödeme noktasına gitti? Demek başka yol yoktu. İsa bile İblis için “bu dünyanın egemeni” diyor (Yuhanna 14:30). Tanrı’nın izlemek zorunda olduğu bir yol vardı.
Yapıya, göksel yasalara Tanrı bile uymak zorundaydı. Özgür irade O’nun elini kolunu bağladı. En başta yapmak istediklerini yapamadı. EVET doğru okudunuz Tanrı yapmak istediğini yapamadı zira özgür bir insan yarattı. Tanrı özgür ve yaratığı kendi benzerliğinde olacaksa insan da özgür olmalıydı. Bizim seçimlerimiz ise malum.
Tanrı sınırdan karşıya geçen çocuğunu kurtarmak için o kurallara göre oynamak zorunda kaldı (bu kurallar göksel yerlerde tam olarak ne ise?). Kadir olan gücünü beklediğimiz gibi kullanamadı. Güçsüz kılındı, ta ki kendi koyduğu göksel yasaları yerine getirene dek. Gücü, yasaları ve ilkeleri yerine getirmekle beyan oldu. Tanrı kabadayı değil. Adalet ve doğruluk kalıcı, sonsuz olsun diye kabadayılık yapmadı!!
Bunu anladıysak, aynı yapının dünyada diğer olup bitenler için de geçerli olduğunu anlayabiliriz. Bu kavrayış da bizleri büyük bir yanılgı ve şaşkınlıktan kurtaracaktır sanırım.
2. Kısımda devam.